TİYATRO, EDEBİYAT VE SİNEMA İLİŞKİSİ
Sinemanın tarihine şöyle bir göz attığımızda karşımıza çıkan en ilgi çekici şey
onun edebiyat ve tiyatro dallarının mirasçısı olduğudur.
Gerçekten de sinemanın başlangıç materyali, romanlara vaya yorumlara
dayanmaktadır. Oysa daha sonra eğilim farklılaşmıştır. Yazarlar henüz konuyu
kafalarında tasarlarken Hollywood uyarlamalarının bakış açısıyla olaya
yaklaşmaktadırlar. Yazarın özgürlüğü elinden alınmıştır. buna karşı koyma
denemeleri de yok değildir. Film yapımcısının en büyük günahı hazır olan tiyatro
seyircisini kapmaya çalışmak olmuştur. Bu bakış açısından yola çıkılarak
oluşturulan filmlerin hali ortadadır. Bunlar için 'filmleştirilmiş tiyatro'
teriminin kullanılması boşuna değildir. Romanın en azından bir yaratıcılık
ölçüsü vardır. Bunun, sayfalardan ekrana geçirilmesi belki hoş görünebilir.
Tiyatro ise yanlış seçilmiş bir arkadaştır. Onun sinemaya benzer görünümü kötü
sonu hazırlayan bir etken olmuştur. Tiyatrodaki bazı dramatik sahnelerin
başarılı bir film parçası olmasının altında yatan gerçek neden, o bölümlerin
romandan tiyatroya çok iyi aktarılabilmesinde yatmaktadır. Burada karakterler ve
anafikir büyük önem taşır. Oysa fenomen radikal olarak yenidir ve tiyatral
karakterler ayrı bir yapıda bulunmaktadır.
Sinema acaba tiyatro ve edebiyatın desteğiyle mi ayakta kalmayı
başarabilmektedir? O, geleneksel sanatların üzerinde yapılanmış bağımlı bir
sanat oluşumu mudur?
Sinema gençtir, fakat edebiyat, tiyatro ve müzik sanat dalları tarih kadar
eskidirler. Bir çocuğun büyüklerini taklit ederek eğitimine başlaması gibi
sinemanın da evrimi kutsal sayılan diğer sanatların evriminin belirleyicilerinin
bir finali görünümü içindedir. Onun böylesine bir estetik kompleks örneği olması
belirgin sosyolojik faktörlerle daha kötü bir hale gelmesine sebep olmuştur.
Sinema çok kısa bir zaman içinde popüler bir sanat dalı şeklini almıştır. Oysa
ki tiyatro, toplumsal bir sanat olarak ayrıcalıklı kültürel azınlığa hitap
etmektedir. Edebiyatta beş yüz yıl içinde ulaşılan mesafe sinemada 20 yıl içinde
katedilmeye çalışılmıştır. Bu bir sanat dalı için hiç de uzun bir zaman
sayılmaz. Ancak bir eleştiri getirilebilmesi için bu yansımaların alanının
daraltılması gerekmektedir.
Sinema geleneksel sanatların varoluşlarından çok farklı bir sosyolojik durum
içinde oluşmuştur. İlk film yapımcıları öncelikle bu sanatı halka ulaştırma
çabası içine girmişlerdir. Sinema bir sanat biçiminden çok, sosyolojik ve
endüstriyel bir olgudur. Uyarlamaların dramı, popülerleşmenin dramıdır. Film
izlenmesi sonrasında seyircide iki çeşit duygu oluşabilir. Birincisi filmden
hoşnut olmak;ikincisi ise filmin orjinalini okuma isteğidir. Bu ikinci istek
edebiyatın zaferi sayılabilir. Sonuç olarak uyarlama girişimlerinin edebiyata ve
genel olarak kültür birikimine hiçbir zararı olmadığını söylemek mümkündür.
Romanın kendi başına bir anlamı vardır. Onun soyutlanmış okuyucu üzerinde
bıraktığı dolaylı etkisi, bir filmin karanlık bir sinemadaki kalabalık üzerinde
bırakacağı etkiden farklı olacaktır fakat bu sebeple estetik yapıdaki farklılık
araştırmaların daha kapsamlı bir şekilde yapılması gerektiğini ortaya
koymaktadır. Bir edebi eserin kelime kelime aktarımı aşırı derecede serbest bir
aktarım kadar yanlıştır. İyi bir uyarlama olayın özü ve ruhun düzenlenmesi
sonrasında elde edilecektir. Bunun için gerekli olan unsur ise dil oluşumunun
iyi kullanılabilmesidir. Sinemayı roman uyarlamalarından kurtarmak için 'Pure
Cinema' (Saf Sinema) kuramı ortaya atılmıştır. Bu düşünce bütün uyarlamaları
kaliteden yoksun sayar. Bunların hem edebiyat, hem de sinemaya karşı yapılan bir
ayıp olduğunu ileri sürer. Oysa uyarlama, uyarlanan edebi esere karşı bir ihanet
değil, aksine saygının ifadesidir. Edebiyat uyarlamalarının çoğalması yedinci
sanatın saflığına gölge düşürecek bir olgu değildir. Ancak uyarlamalar
insanoğlunu ne kadar tatmin ederse etsin, onların dijital kitaptan daha değerli
olamayacağı tartışmasız doğrudur.
Sinema, bir roman vaya tiyatro alanına bu kadar kolay girebiliyorsa bunun
altında yatan neden onun sahip olduğu oluşumları çok iyi kullanabilmesidir.
Tiyatro ve romanın sahip oldukları hala geçerlidir, bunu göz ardı edemeyiz ancak
sinemanın da bu iki sanat koluna kattıkları olumlulukların varlığını kabul etmek
zorundayız.
Doğrudan doğruya tiyatrodan alınmamış olan filmlerde de tiyatronun onun
üzerindeki etkisi çoğu zaman açıkca görülmektedir. Çağdaş bir tiyatro oyunun
filminin yapılmasının nedeni, genellikle onun ticari başarı kazanma olasılığının
fazla olmasıdır. İster klasik ister modern olsun, bir oyun doğruluğundan şüphe
edilemez bir şekilde kendi metni tarafından korunmaktadır. Onun, yeniden
düzenlenmeden ve bazı bölümleri değiştirilmeden uyarlanması olanaksızdır.
Tiyatrodan sinemaya geçiş, fiziksel gerçeklikten soyutlamaya geçiştir. Bir film
seyircisi kendini film kahramanının psikolojik olşumu ile özdeşleştirmek
eğilimindedir. Bunun sonucu olarak izleyici bir kitleye dönüşür. Bir zaman sonra
tek duygu ile karşılık vermeye başlar. Filmde özel bir bilinç bölgesi yaratılır.
Filmleştirilmiş tiyatro artık oyunun bir minyatürü olmaktan çıkmıştır. O,
izleyicilerin doğaya karşı bir bilinci durumuna gelmiştir.
Sinema yapımcılarına göre, sinema tiyatrodan daha fazla savurgan olmalıdır.
Büyük dekor, dış çekimler ve bol bol hareket filmde mutlaka olması gereken
şeylerdir. Halkın önyargılarına karşı mücadele etme isteğinde olan yönetmen veya
yapımcının cesaretli olması şarttır. Onların yaptıkları iş konusunda sağlam bir
inanca sahip olmaları durumunda filmleştirilmiş tiyatronun, sadece tiyatro
olmakla kurtarılamadığı ve kökenindeki çarpıklığın belirginleştiği görülür.
Sinema, bu durumda tiyartoya karşı olan kompleksinden kurtulmamıştır. Bu, daha
eski ve daha edebi sanatların varlığına karşı duyulan bir komplekstir. Tekniği
ve mükemmelliği fazlasıyla yakalayabilen sinema, estetik mükemmelliğe ulaşmanın
çabası içindedir. Bunların yanında sinemanın, tiyatrodan türetilen bir sanat
dalı olduğu düşünülürse en iyi filmlerde bile eksik bir şeylerin varolduğunu
söyleyebilmek mümkündür.
Entelektüel bilgilenme ile psikolojik tanımlama birbirine karıştırılmamalıdır.
Sahne ile ekran konusunda yapılan yanlışlıklardan en önemlisi budur. Oyunun
belirgin sanatsal değerleri vardır. Film, onun yerini tamamen dolduramaz.
geçerli bir sanatsal varlığa sahip tiyatronun oyunun bir fonograf değil, sadece
onun gönderildiği dalgalar olduğu anlaşılır.
Televizyon sahte varlıklar oluşturmanın yeni bir yöntemidir. Canlı televizyon
yayınında küçük ekrandaki oyuncu gerçekte uzayda ve zaman içinde varlığını devam
ettirmektedir. Ancak karşılıklı olarak oyuncu-izleyici ilişkisi ortaya çıkmaz.
İzleyici kendisi görülmeden, oyuncuyu seyreder. burada geriye dönüşü olmayan bir
akış vardır. Televizyona uyarlanmış tiyatroda, hem tiyatro hem de sinemadan
öğeler vardır. Tiyatrodan öğeler vardır çünkü oyuncu, izleyiciye görünmektedir.
Sinemadan öğeler vardır çünkü izleyici, oyuncu tarafından görünmemektedir. sonuç
olarak bu durum ne varlık, ne de yokluktur. Televizyon oyuncusu, bir elektronik
kamera aracılığı ile milyonlarca insanın görebildiği ve duyabildiği bir konuma
ulaşmaktadır.
0 Yorumlar